KEŞKE
Uzun zaman oldu böyle eğlenmeyeli. Kuş cıvıltıları; rüzgârla tatlı tatlı atışan selvi ağaçlarının bu ritmine eşlik eden çekirgelerin neşeli şarkıları; iki tepe arasında yol bulan minik derenin, bir baloya gidermiş gibi parlak pullarla süslenmiş minik balıklarla yaptığı müthiş dans!… Hepsini çok özlemişim.
Tertemiz havada nefes aldıkça insanın içi açılıyor koştukça koşası, oynadıkça oynayası geliyordu. Ama her mutlu anın bir sonu vardır ve bunun da sonu gelmişti. Sabahın erken saatlerinde yürüyüş ve piknik yapmak amacıyla geldiğimiz bu güzel beldeden ayrılma zamanıydı. Salına salına toplandık ve evimize doğru yola koyulduk. Bu güzel doğa manzarasından biraz daha nasiplenelim diye babam arabayı çok yavaş sürüyordu. Her şey olağanüstüydü.
Ormanın sonuna geldiğimizde şirin bir köy karşıladı bizi. Köy, yemyeşil çimenlerin üzerine yatıp, bir suçlu gibi geniş yapraklı sığla ağaçların arkasına gizlenen, toprak evleriyle selamladı bizi….. Sanki evde durmak yasakmışçasına herkes dışarıdaydı. Kimi ip atlıyor, kimi, marulunu ezdiği için çocukları kovalıyor, birkaçı ineklerini gezdirmeye çıkmışken bazısı dışarıda salça yapıyordu..Ama hepsinin yüzünde az ya da çok bir tebessüm, bir mutluluk hali var. Onların bu halini pek kıskanmıştım açıkçası, çünkü cennetten bir köşe olan bu yerde, neşe ve huzur içinde yaşıyorlardı.
Bu güzel manzarayı seyre dalmışken, bir anda ‘O’, buğulu gözleriyle gözlerimi kendine çekmişti. Anlık bir olaylı bu, yani nasıl anlatılır bilmem, sanki bir anlık kölesi oluvermiştim bu derin ve bir o kadar da masum bakışların. Hem her şeyi anlatıyor, hem hiçbir şeyden haber vermiyordu bu yorgun gözler.Bir garip bakıyordu bana; anlamsız, çok anlamlı, karışık, manidar,masum ve bir damla sevgi istercesine…. Dedim ya bir garip, çok garip! Evet gariban bakışıydı bu, sevgi, ilgi dilenen bir gariban bakışı!
Bütün neşem bir kelebek olup uçuverdi. Bir yanım yanına gidip olup biteni öğrenmek için can atan meraklı bir teyze, diğer yanım beni tersleyecek diye korkan küçük bir kız çocuğuydu. Ben bu düşüncelerle boğuşurken, o, gözden kaybolmuştu bile. Ancak, bakışları o kadar ısrarlıydı ki, resmi bir türlü gözlerimin önünden gitmiyordu... Gerçekte yanımda olmasa da hayali, bu tuhaf yolculukta bana eşlik etmekteydi. Hiç bir şey söylemiyor, daima susuyor, susuyor… Bir yandan da iyice yaklaşıyordu bana. Yavaşça bırakıp simsiyah başını omzuma, derin bir iç çekti birden.. İçinde kötülük bulunmayan minik yürek, güzel çocuk! Simsiyah saçlarını, içimden taşan sonsuz bir şefkatle okşamaya başladım. O umutsuzluk boşluğuna düşen gözlerinde ben de onunla sürükleniyordum. Birden dudağının kenarındaki ufak tebessümü fark ettim. İlk defa güldü, sanki ölü ruhu hayata dönüyordu. Sevgiye susamış yüreğine o bir damla suyu ben mi vermiştim? Gözlerimden taşan yaşlara engel olamadım, onu öpüyor, o simsiyah saçlarını kokluyordum. Bu küçük yavru bana Allah’ın bir emanetiydi sanki.
Bir yandan da ona kendisi hakkında merak ettiğim her şeyi soruyordum, fakat tek bir cevap bile alamadım. Pes etmiyor sordukça soruyordum. Aslında sorularımın kendime göre cevapları vardı, ama önemli olan onun söyleyecekleriydi. Gözlerimin önüne cennetten bir köşe olan o köy geldi ve bu yerde yaşayanlardan biri, bu her yanı hüzünle kaplı küçük kız. Ne kadar da birbirine zıt görüntülerdi. Bu tezat beni gittikçe daha da meraklandırıyordu. Bu küçük neden orda tek başınaydı, neden kimse onunla ilgilenmemişti, gözlerine sinen bu hüzün neyin nesiydi, onu sinesine muhabbetle bastıran bir seveni olmuş muydu, neden yanağında bir şefkat öpücüğünden eser yoktu ve bu sessiz gözler neden bu kadar derin bakıyordu, neden,neden,neden?…
Eve döndüğümüzü haber veren ablam bana çok seslenmiş olacak ki,sertçe sarstı beni.. Bir an, ne olduğunu anlayamadım. Gezi, köy, o küçük kız hepsi karıştı birbirine. Annem ve babam da endişeyle yüzüme bakıyordu. ‘Ben iyiyim, biraz yorgunum o kadar.’ dedim. Araba durdu, eve varmıştık. Ne bugünkü eğlencemizden ne de dönüş yolculuğumuzdan hiçbir şey anlamamıştım. Akşam soru işaretleriyle dolu yorgun başım, yumuşacık yastığımla buluştuğunda hala o hüzün dolu gözleri düşünüyordum.
Keşke, keşke o arabayı durdursaydım, hayalde değil, gerçekte sıkı sıkıya sarılsaydım o masuma. Yüreğimdeki tüm sevginin onun yüreğine aktığından emin olana kadar öylece kalsaydım. Keşke ona merak ettiğim her şeyi sorup, dertlerine derman olabilseydim. Ama olmadı, olamadı. O, soğuk ve korkutucu ağaç köşesinde kaldı bense evde sıcak yatağımdaydım. Uykuya dalmadan önce hatırladığım tek şey ise derin bir iç çekiş olmuştu. Gözleri hala gözlerimdeydi…
AHSENNUR TÜRKOĞLU